REŞADİYE TARİHİ

REŞADİYE TARİHİNE BAKIŞ

İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl “Bilgi Çağı” olacaktır. Bu asırda kültür alışverişlerinin ve sosyal değişmelerin hızlandığı apaçık ortadadır.

Tarihî mirasından habersiz olan insanların, başka toplumların kültüründen etkilenmesi daha çabuk ve kolay olmaktadır. Daha sonra bu insanlarda iç çatışma ve kimlik bunalımı başlayacaktır. Neticede bu insanlar ne camiye ne de kiliseye yaranamayacaklardır ve hatta her ikisine de faydaları olmayacaktır.

Dolayısı ile okuma-yazmada Avrupa kriterlerini yakalamış olan Reşadiye insanının kendi tarihlerini ve kültürlerini öğrenmedeki hassasiyetlerini tesbit ettik. Reşadiye Spor Kulübü Başkanı Sayın Ömer SIRAKAYA ağabeyimin bizden Reşadiye Tarihi hakkında yazı talebi ve hemşehrilerimizin hassasiyeti  bu satırların yazılmasını sağladı.

20. Yüzyılda yapılan arkeolojik araştırmalar Anadolu’nun çok eski bir yerleşim bölgesi olduğunu ortaya koymaktadır. Reşadiye ve Mesudiye M.Ö.II. binin başlarında Anadolu’da hükümran olan Hitit ve Urartu Krallıklarının sınırı içinde gözükmektedir.

Daha sonra M.Ö. 670 yıllarında bölgemize Miletos’lular hakim olmuşlardır. Miletoslular  sonraki yıllarda Pontuslular’la içiçe yaşayarak onlarla bütünleştiler. Pontus Kralı’nın M.Ö. 63-88 yıllarında Romalılar’a yenilmesiyle  bu bölge Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline gelmiştir.

Bölgemize Türkler ilk defa kavimler göçü esnasında gelmeye başladılar (M.S.450). Ancak bu yerleşimin sınırları ve mahiyeti hakkında bilgimiz çok sınırlıdır.

Anadolu Selçukluları'ndan sonra, Danişmend Gazi'nin kendi adıyla kurduğu Danişmendli Devleti'nin fütûhâtıyla yöremiz Türk-İslam hakimiyetine girdi (1095-1175).

Moğollar’la Selçuklular’ın Kösedağ’da savaşından sonra bu yöre İlhanlılar’ın eline geçmiştir. 1344 yılında İlhanlılar’ın hakimiyetinin sona ermesiyle Oğuz boyları Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bağımsız yönetimler kurmaya başlamışlardır.

Şimdiye kadar Reşadiye ve Mesudiye ile alâkalı yıllıklarda, bir çok ansiklopedi ve  yayınların tümünde, Reşadiye ve Mesudiye yöresinin Fatih Sultan Mehmed tarafından 1461 yılında Trabzon ile birlikte fethedildiği yazılıdır.

Dolayısı ile araştırıcı olmayıp sadece yaşadıkları bölge hakkında bilgi edinmek isteyen hemşehrilerimiz maalesef yanlış bilgi sahibi olmuşlardır.

Şimdi altını çizerek söylüyorum Reşadiye ve Mesudiye  yöresi Osmanlılar tarafından değil 1380’li yıllarda Oğuz Çepni  beylerinden Hacıemiroğulları

tarafından fethedilmişdir.

Daha sonra 1427 yılında Osmanlılar bu bölgeyi ilhak etmişlerdir.

Hacıemiroğulları’nın fethiyle birlikte bu bölgeye Oğuzlar’ın Çepni, Döğer, Eymür,  Karkın, Ala-yuntlu, Bayındır ve İğdir boyları yerleşmiştir.

Bu boylar çoğu yere kendi isimlerini veya fetihte yararlılık gösteren askerlerin ya da komutanların ismini vermişlerdir. Mesela Yağsıyan köyü ismini Danişmend Hükümdarı Sultan Mesud’un damadı Yağıbasan’dan almışdır, Danişment  isimli köyümüz de ismini Danişmendlilerden  almaktadır. Ayrıca Cimidede, Hasanşeyh ve Nebişeyh köyleri isimlerini kurucularından almışlardır.

Reşadiye’ye ait elimizdeki en eski belge 1455 tarihli Başbakanlık Devlet  Arşivleri Genel Müdürlüğü’ndeki Tapu Tahrir Defteri’dir. Bu defterin ismi Cem‘u’l-Cumû‘-i Vilâyet-i Bayramlu Me‘a İskefsir ve Milas’dır. Bu defterin 23 sayfası eksiktir ve eksik olarak ciltlenmiştir. Bu eksik sayfalar İskefsir’e aittir. Bu defterdeki Bayramlu Ordu’ya, İskefsir Reşadiye’ye, Milas Mesudiye’ye tekabül etmektedir.

Hacıemiroğulları’nın bu bölgeyi fethiyle yönetim Türkler’in eline geçmiştir.Türkler’in engin hoşgörüsü sayesinde bu bölgedeki Rumlar çok rahat bir hayat sürmüşlerdir. Dini hayatlarına karışılmayan bu insanlar demokratik haklarını kullanarak din değişikliğine kesinlikle gitmemişlerdir.

18. yüzyıl sonlarından itibaren Reşadiye-Mesudiye bölgesine Rum ve Ermeniler göç etmeye başladılar. Bir Rum Pontus Devleti hayal eden bu gafillerin nüfusu asla % 10 bulamamıştır. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını fırsat bilerek isyana kalkışan bu hainleri Türk Milleti rahatlıkla bastırmıştır. Ve Lozan Antlaşması ile söz konusu Rumlar Yunanistan ile mübadele edilmiştir.

Şu gerçek herkes tarafından iyi bilinmelidir ki Reşadiye-Mesudiye yöresi Türkler tarafından fethedildikten sonra Hristiyanlar’ın sayısı çok azdı. Ve hiç bir zaman % 10 nisbetini aşamadığı gibi bir kaç istisna hariç varlıklarını son yüzyıla kadar sürdürdüklerini bütün tarihçiler ittifakla kabul etmektedirler.

Rumlar’ın Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla ve dış güçlerin desteğiyle nüfuslarını artırma ve devlet kurma hayallerinin hiç bir gerçeğe dayanmadığı için sonuç vermediği ve neticede ülkemizi gerçek sahiplerine terketmek zorunda kaldıkları açıkça ortadadır.

Elimizdeki tahrir defterlerine göre  İskefsir  Nahiyesi 1520-1613 yılları arasında  78 köye ve 7 mezreaya sahiptir. Bu yıllar arasında Müslüman ve gebran ( Gayr-i Müslim ) hane sayısı aşağıdaki cedvelde gösterilmiştir:
Tarih
 

1520
1547
1613


Müslim Hane
G.Müslim Hane
Müslim Hane
G.Müslim Hane
Müslim Hane
G.Müslim ...............................
 

Yazımızın başından beri Reşadiye’yi Mesudiye ile beraber zikrettik. Çünkü bu iki kaza birbirine idari olarak zaman zaman bağlanmaş zaman zaman birbirlerinden ayrılmışlardır genelde iç içe beraber olmuşlardır.

Aybastı’nın güney ve Mesudiye’nin batısında bulunan İskefsir’in merkezinin neresi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak İskefsir’in merkezinin, Arpaderesi, Beğçayırı, Çakırlu, Danişmendlü, İslamlu, Kızılcaviran, Pareköy, Taşkunalan, Sarayderesi, Tatarlu ve Yağsiyan köylerinin Uluköy’e bağlı olduğuna dair Tapu Defterlerinde kayıt mevcuttur. Bu köyde 1613 yılında 66 hane yaşamaktadır. Ayrıca bir de boyahane mevcuttur. Bu bilgiler  bizi İskefsir’in merkezinin Uluköy olduğu intibaını uyandırmaktadır.

         Ancak Osmanlılar zamanında bu bölgede şehirleşme olmadığı için merkezler zaman zaman değişkenlik göstermektedir. Mesela 18.yy.da iki defa Ilıca denilen mevkide kurulan Çermik Panayırı’nin gelirlerinin Kızılcaviran’daki cami ve sıbyan mektebinin tamir masraflarına ve personel ücretlerine harcanmasına dair hüküm vardır. Vesikada “kazâ-i mezkûrda kâ’in câmi‘-i şerîf” ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifade Kızılcaviran (Kızılcaören Beldesi) köyünün kaza merkezi olduğuna işaret etmektedir.

         Nihayet 1906 yılında Hamidiye (Mesudiye) kazasından ayrılarak İskefsir kazasının bugünkü yerine kurulması kararlaştırılıyor ve bu hususta kazanın kurularak Tokat’a bağlanmasına dair Padişah fermanı çıkıyor. İskefsir’in Hamidiye’den ayrılmasının sebebi; İskefsir köylerinin kaza merkezine uzak olmasını, bugünkü kaza merkezine bir medrese yapılmasını ve senede iki kere Çermik Panayırı’nın burada kurulmasını ve halkın burada toplanmaya alışık olmasını ve devlet otoritesinin daha iyi sağlanacağını sayabiliriz.

         Daha sonra 1908 yılında Sultan Reşad’a izafeten İskefsir kazasının adı Reşadiye olarak değiştirilmiştir.

         Reşadiye kazası 10 Haziran 1912 tarihinde Şura-yı Devlet (Danıştay):

1-Osmaniye      2-Orhaniye        3-Cami-i Kebîr    4-Köprübaşı        5-Şeyh Yakub isimleriyle beş mahalleye ayrılmıştır.

1927-28 Türkiye Cumhuriyeti Salnamesi (Yıllık)'ne göre Reşadiye’nin sosyo-ekonomik yapısı şöyledir: Reşadiye kazâsı Bereketli nahiyesi ile 98 adet köye sahiptir.

Bu salnameye göre Reşadiye’nin 75 000 hektar ormanı bulunmaktadır. Bu ormanların 45 000 hektarı kayın, 15 000 hektarı sarıçam ve 15 000 hektarı meşedir.

1927-1928 yıllarında Reşadiye’de Cumhuriyet Halk Fırkası, Hilâl-i Ahmer (Kızılay), Himâye-i Etfâl (Çocuk Esirgeme), Türk Ocağı ve Tayyare Cemiyeti (Türk Hava Kurumu) şubeleri bulunmaktadır.

1912 yılında Reşadiye’ye bağlı 75 köyde  9511 erkek ve 8354 kadın olmak üzere 17865 kişi yaşamaktadır.

 1927-1928 yıllarında Reşadiye’de 12466 erkek 14906 kadın olmak üzere toplam 27372 insan yaşamaktadır. Burada dikkatinizi çekmek istiyorum Cumhuriyet’le beraber erkek nüfusunda büyük bir düşüş açıkça gözükmektedir. Bu durum  büyüklerimizin Kurtuluş Savaşı’nda ülkemiz için cepheye gittiğini ve Çanakkale’de kahramanca şehid olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Millî Savunma Bakanlığı'nın yayınladığı Şehidlerimiz isimli yayınında kazamıza ait 105 şehidimizin ismi geçmektedir.

Daha engin belge ve bilgilerde buluşmak dileğiyle.*

                                                                                                                                                                 Yaşar CELEP

                                                                                                                                     Başbakanlık Devlet Arşivleri Uzmanı

 Burada verilen bilgilerle alakalı belgeler ileriki günlerde transkiribeleriyle beraber yayınlanacaktır.

 

 OSMANLI ÖNCESİ  MESUDİYE VE REŞADİYE TARİHİ

 

 

İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyılın başka bir tanımı da “Bilgi Çağı”dır. Çünkü bu asırda kültür alışverişlerinin ve sosyal değişmelerin hızlandığı apaçık ortadadır.

Bu yüzyılda, uluslararası güçler tarafından insanlık tarihinin seyrini değiştirecek politikalar uygulamaya konulmaktadır. Uluslararası güçler, tekellerinde bulunan iletişim araçlarının bütün imkânlarını kullanarak planlarını sinsice dünyaya dikte ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu gibi güçler, her yüz yılda böyle entrikaların içinde hep olagelmişlerdir.

Bir yandan demokrasi adına bireysel özgürlükler genişletiliyormuş havası verilirken, diğer yandan da yüz yıllardır aynı coğrafyada yaşamış insanlar birbirlerine düşman yapılmaya çalışılmaktadır.

Bu çalışmalar, “Yeni Dünya Düzeni” ni uygulamaya koymak için ulus-devlet yapısını bozmaya yönelik hileden başka bir şey değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde bulunduğu coğrafya, stratejik konumu itibariyle yüz yıllardır dünyaya egemen olmak isteyen güçlerin elde etmek istedikleri yerdir. Bu süreçten geçerken, üzerinde yaşadığımız toprakların geçmişi hakkında güvenilir bilgi edinme ihtiyacımız son derece artmıştır. Ayrıca atalarımızın kanlarıyla suladıkları topraklardaki geçmiş tarihlerini bilmek de en doğal hakkımızdır.

Tarihî mirasından habersiz olan insanların, başka toplumların kültüründen etkilenmesi daha çabuk ve kolay olmaktadır. Dolayısıyla bu kültürlerden etkilenen insanlarda iç çatışma ve kimlik bunalımı başlamaktadır.

İşte bu sebeplerden dolayı yapmak istediğimiz; Mesudiyelilerin Reşadiyelilerin ataları kimlerdir, nerelerde yaşamışlardır ve özellikle Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesi ve İslamlaşmasında neler yapmışlardır sorularının cevaplarını bulmaya çalışmaktır.

Samsun'dan Batum'a, oradan Artvin-Bayburt'u içine alacak şekilde Köse Yaylası üzerinden Canik dağları boyunca Samsun'a ulaşan bölge, Doğu Karadeniz bölgesi diye adlandırılmaktadır.[1] Mesudiye'nin Reşadiyenin de içinde bulunduğu Orta Karadeniz Bölgesi olarak bilinen saha, Ordu’nun doğusundaki Melet çayını içine alarak, aşağı Kızılırmak Havzası'nın batısına kadar uzanır.[2] Mesudiye İlçesi 40-41 derece kuzey enlemleri ile, 37-38 derece doğu boylamları arasında bulunmaktadır.[3]

Eskiçağ Tarihi ve arkeoloji yönünden az araştırılan bölgelerden biri de Karadeniz Bölgesi'dir. Bu durumun en önemli sebebi, bölgenin dağlık bir yapıya sahip olması yanında, sahile bakan topraklarının yılın hemen dört mevsimi yeşil bitki örtüsü ile kaplı olmasıdır.[4] 13. yüzyıldan itibaren seyyah-araştırıcıların ilgi duyduğu Karadeniz Bölgesi'nde bilimsel çalışmalar 19. yüzyılda başlamıştır.

Karadeniz Bölgesi’nin uygarlık açısından en eski tarihinin M.Ö.1.000.000-100.000 yılları arasındaki Alt Paleolitik (Yontma Taş) döneminde başladığı, araştırmalar neticesinde anlaşılmıştır.[5]

Bu bölgede henüz Neolitik (Taş Devri) olabilecek bir yerleşimden söz edilememektedir. Buna karşılık Prof. Dr. Mehmet Özsait ve ekibinin bölgede yaptığı yüzey araştırmalarında Kalkolitik Çağ yerleşmelerine ait bulgular elde edilmiştir. [6]

Ayrıca Ordu ilinin 114 km. güneydoğusunda yer alan, Mesudiye ilçesine bağlı Kale Köy’de[7] Prof. Dr. Mehmet Özsait başkanlığında bir ekip yüzey araştırması yapmış ve sonuçlarını da yayınlamıştır.[8]

M.Ö. II. binin ilk yarısında Anadolu'nun Kızılırmak havalisinde Hitit Krallığı'nın, M.Ö.II. binin sonlarında ise Phryg (Frigya) Devleti’nin ve Doğu Anadolu’da Urartu Devleti’nin kurulduğu bilinmektedir.

M.Ö. IX. yüzyılda Kimmerler Güney Karadeniz kıyılarına yerleşmişlerdir.[9] Daha sonra M.Ö. VII. yüzyılın ortalarına doğru Miletoslular bu bölgeye hakim olmuşlardır.

M.Ö. 750-700 tarihleri arasında Turgay bölgesinden ve Ural nehrinden geçen İskitler (Sakalar); Azak Denizi, Kırım ve Karadeniz’in kuzeyinden Tuna nehrine kadar olan bölgeye hakim olmuşlardır.[10]

Prehistorik (Tarih öncesi) dönemden sonra Doğu Karadeniz bölgesine yerleşen Kimmerler ve İskitler, tarih sahnesinden çekildikten sonra, bunların hakim olduğu sahada Türk kavimleri ortaya çıkmıştır. Gürcistan Tarihi’ndeki kayıttan var oldukları anlaşılan Bunturki ve Kıpçaklar, bölgedeki yer ve topluluk isimlerinden yöreye yerleştikleri düşünülen Halaçlar, Afşarlar ve Yazgurlar İskitlerin yurt tuttukları topraklarda hakimiyet kurmuşlardır.[11]

Karadeniz Bölgesi’nde ilk Yunan Kolonilerinin M.Ö. VII. yüzyıl ya da bu asrın sonlarına doğru kurulmaya başlandığı bilinmektedir. Kaynaklarda Samsun’u kuranların Miletliler veya Asyalı bir kavim olan Foçalılar, hatta Atina muhacirleri olduğu yolunda görüşler mevcuttur.[12]

İlkçağlarda bölgeyi hakimiyeti altına almış olan Pers İmparatorluğu’nun gücünün zirveye çıktığı dönemlerde, bölgeden vergi aldığı ve M.Ö. 480’de Yunanistan seferine çıkan Pers Ordusu’nda bölgede yaşayan topluluklardan oluşan birlikler bulunduğu bilinmektedir.[13]

Buraya kadar Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan kavimlere ait bilgileri özetledikten sonra, bu bölgeye gelerek yurt edinmiş olan atalarımıza ait malumatlar verilecektir.

Türkçe konuşan toplulukların Orta Asya’daki asıl anayurdunun neresi olduğu üzerinde birçok fikirler ileri sürülmüştür. Tarihçi Prof. Dr. Faruk SÜMER’in de kabul ettiği gibi, Türklerin anayurdu Abakan, Tuba yörelerini de içine alan Yenisey ırmağı boyları ve ona yakın yörelerdir.[14]

X. yüzyılın ilk çeyreğinde Süd-Kend’de Müslümanlığı kabul etmiş mühim bir Türk topluluğu görülmektedir ki, bunların Oğuzlar olduğu kanaati hakimdir.

Türklerin İslamiyet’e geçişleri Samanlıların Türk bölgelerindeki gayretleri ile olmuştur.[15]

XI. yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzların; Türkiye Türkleri ile İran, Azerbaycan, Irak ve Türkmenistan Türkleri’nin ataları oldukları bilinmektedir. Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin hanedanlarının da onlardan çıktığını hatırlarsak Oğuzların dünya tarihinde büyük roller üstlenmiş bir Türk kavmi olduğu apaçık ortaya çıkmış olur.[16]

Selçuklu Devleti’nin Karadeniz  Bölgesi ile ilişkileri, Çağrı Bey’in 1018’de batı seferi ile başlamaktadır. Çağrı Bey’in batı seferi, ilk bakışta Doğu Karadeniz Bölgesi ile alakasız gibi görünse bile, Bizans’ın gücünün ne seviyede olduğunu Selçukluların anlaması bakımından önemlidir. Ayrıca, güneydoğu Karadeniz’de etkili olan Ermenilerin ve Erzurum-Artvin havalisinde etkili olan Gürcülerin ilk defa Selçuklu askerleri ile karşılaşması ve mağlup olmaları, ileride başlayacak olan Oğuz göçleri için çok önemli neticeler ortaya koyacaktır.

Çağrı Bey’in batı seferinden sonra, Karadeniz Bölgesi’ni de kapsamış olan ikinci Selçuklu akını İbrahim Yınal tarafından yapılmıştır. Dandanakan zaferinin (23 Mayıs 1040) sonunda Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla, Sultan Tuğrul (1040-1063) devrinde Türkmen akınları sona ererek düzenli ordularla bu bölgeye girilmeye başlanmıştır.[17]  Daha sonra Malazgirt  Savaşı’na kadar olan zaman diliminde; 1047’de Büyük Zab Suyu ve 1054’de Muradiye ve Erciş’in fethi sağlanmıştır. 1057-1063 yılları arasında devamlı olarak Anadolu’ya akınlar düzenlenmiştir. 1064’te Alp Arslan Gürcistan üzerine sefere çıkmıştır. Malazgirt Savaşı öncesindeki son akın olan 1067-1068’deki akınında Trabzon’a kadar ilerleyen Selçuklu Ordusu şehri ele geçirememişse de çok büyük ölçüde tahribatta bulunmuşlardır.

Selçuklu Sultanı Alp Arslan ile Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (Romen Diyojen) arasında 26 ağustos 1071 yılında Malazgirt Ovası’nda yapılan savaş sonrasında, Anadolu’nun kapıları sonuna kadar Türklere açılmıştır.[18]

Danişmendliler, Anadolu’nun Türk yurdu haline getirilmesinde emeği geçen beyliklerden biri olup, 1071-1175 yılları arasında Niksar merkez olmak üzere, Orta Karadeniz Bölgesi'nin güney kesimlerine hakim olmuştur.

 Emir Danişmend Taylu et-Türkmanî’nin gösterdiği yararlılıktan dolayı, Alp Arslan tarafından Sivas, Niksar, Elbistan ve Malatya kendisine yurt olarak verilmiştir. [19]

II. Kılıç Arslan 1174 tarihinde Danişmendli Beyliği’ni ortadan kaldırmış, 1176’da üzerine yürüyen Bizans İmparatoru Manuel’i Miryakefalon’da mağlup ederek Anadolu’daki siyasi üstünlüğünü herkese kabul ettirmiştir.[20]

Anadolu Selçuklu Devleti XIV. yüzyılın başlarında yıkılmış, 1335 yılında Moğol-İlhanlı devrinin de sona ermesiyle Anadolu Beylikleri dönemi başlamıştır.

İşte bu beyliklerden biri de Hacıemiroğulları Beyliği'dir. Tokat’ın kuzeyi ile Mesudiye, Ordu, Giresun, Samsun’un doğusu ve Trabzon’un batısında hüküm sürmüş, Orta Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlamış bir beyliktir.[21]

Her ne kadar modern tarihçilerin bu bölgeyi Hacıemiroğulları Beyliği diye isimlendirmişlerse de[22] hüküm sürdükleri topraklar Osmanlı belgelerinde “Vilâyet-i Bayramlu” olarak geçmektedir.[23] Bunun sebebi de, bu toprakların gaza yoluyla Hacı Emir’in babası Bayram Bey tarafından alınmış olmasıdır. O’nun ismi ilk olarak Trabzon kilise tarihçisi Panaretos’un Vekayinâmesi’nde geçmektedir.[24] Bu eserdeki bilgiye göre, Bayram Bey 1313 yılında bir sergiyi[25] basmıştır.

XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde de Bayram Bey, Trabzon Krallığı üzerindeki baskısını iyice artırmıştır. Panaretos Bayram Bey’in 1322 yılında Maçka'ya bağlı Hamsiköy’e büyük bir ordu getirdiğini, çatışmalarda çok Türk’ün katledildiğini, çok sayıda Türk atının ganimet olarak alındığını kaydetmektedir.[26] Bayram Bey’in bu tür baskınları, O'nun bir uç beyi olduğunu ortaya koymaktadır. Osmanlılar bu hizmetlerinden dolayı Hacıemiroğulları’nın hükümran olduğu topraklara Vilayet-i Bayramlu demişlerdir.

Orta Karadeniz Bölgesi’nde Niksar merkezli Tacettinoğulları ile Mesudiye Kaleköy’de[27] teşkilatlanan Hacıemiroğulları Çepni Türkmenleridir.[28]

Çepniler Türkiye Türklerinin ataları olan Oğuzlar’ın 24 boyundan biridir. Çepniler’den söz eden en eski kaynak, Kaşgarlı Mahmud’un  Divan-ı Lügati’t-Türk (Türk Lehçeleri Sözlüğü) isimli eserdir.[29]

Çepniler, Oğuz Han’ın oğullarından Gök Han’ın dört oğlundan biri olan “Çepni” nin neslinden türemişlerdir. Reşidüddin’e göre Çepni kelimesi, “Yağı (düşman) olan her yerde durmayıp savaşan” manasını taşımaktadır.[30] Çepnilerin ongunu (arması) Reşideddin ve Yazıcıoğlu’na göre “sungur” dur.[31]

XIII. yüz yılda yaşamış olan Hacı Bektâş-ı Velî’nin, Kırşehir’in Suluca Karahöyük (bugünkü Hacı Bektaş ilçesi)'e gelip yerleştiğinde, burada ve çevresinde Çepniler ikamet etmekteydi.[32]

Hacı Bektaşî’nin halifelerinden Sarı Saltuk’un (M.1263-64) maiyyeti olarak Anadolu’dan Dobruca’ya giden, daha sonra Anadolu’ya geri dönen Türkmenlerin içinde Çepniler çoğunluktaydı.[33] A. Zeki Velidi Togan bugün İzmir ve Balıkesir çevresinde bulunan Çepnilerin, Kırım ve Dobruca’dan geri gelen Çepnilerin torunları olduğunu ifade etmektedir.[34]

Trabzon Krallığı’nın Karadeniz sahilinde kontrolleri altında olan en batıdaki yer Limnia (bugünkü Samsun iline bağlı Çarşamba ilçesindeki Taşlıköy olabilir) bölgesidir. Kral III. Aleksios sırasıyla 1351, 1356, 1357, 1361 ve 1369  yıllarında Limnia bölgesine giderek buraları ellerinde tutmaya çalışmıştır. Trabzon kilise tarihçisi Panaretos 19 Aralık 1356 yılında III. Aleksios’la beraber bu bölgeye gittiklerini, Giresun’da Noel orucu tuttuklarını, Yasun Burnu’nda[35] 14 Türk’ü katlettiklerini ve orada şenlik yaptıklarını, Limnia’ya gidip geri dönmelerinin üç ay sürdüğünü kaydetmektedir.[36]

Yasun Burnu’nda katledilen 14 Türk Hacı Emir’in askerleri idi ki, intikam olarak 13 Kasım 1357’de Hacı Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir İbrahim Bey Maçka’ya kadar gazaya giderek etrafı tahrip ederek, çok sayıda insan, hayvan ve ganimet ile geri dönmüştü.[37]

Erzincan Bey’i Ahi Ayna Bey, Akkoyonlu Tur Ali Bey, Bayburt Beyi Rikabdar Mehmet Bey ve Bozdoğan Bey 29 Haziran 1348 yılında Türkmen ittifakı oluşturarak  Trabzon üzerine akın düzenlemişlerdir. Bu akınların önünü almak için; Trabzon Kralı III. Aleksios kız kardeşini Akkoyunlu Beyi Tur Ali Bey’in oğlu Fahreddin Kutluğ Bey’le, eski Kral Basilious’un (1332-1340) kız kardeşi Theodora’yı da Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir İbrahim’le evlendirmiştir.[38]

Trabzon Kralı III. Aleksios 1361 yılında damadı Hacı Emir İbrahim’i ziyarete gelmiş olup, dönüşte Hacı Emir İbrahim Bey Kral’a Giresun’a kadar refakat etmiştir.[39] Bu ziyaretin Hacıemiroğulları Beyliği’nin merkezinde gerçekleştiği hususunda fikir birliği olmasına rağmen; Panaretos’un Halibya[40] (Ünye ve Ordu bölgesi) dediği merkezin bugünkü Ordu iline bağlı Gölköy ilçesi ve Perşembe ilçesine bağlı Bolaman olduğu zannedilse de bizce bu merkez Mesudiye ilçesine bağlı olan Kaleköy’dür. Çünkü burası daha iç kesimde ve coğrafyaya hakim bir konumdadır. Hacıemiroğullarına merkezlik yapmış bir yerdir.

Trabzon Rumları 1277 yılında denizden Sinop’a saldırıda bulundular. Bu saldırı, bölgede bulunan Çepniler tarafından püskürtülmüştür.[41] Bu savunmayı yapan Çepnilerin Hacıemiroğulları ile ilgilerinin olup olmadığı bilinmemekle beraber, daha sonraki yıllarda Ünye tarafına doğru kaydıkları ve Bayram Bey’in idaresine girdikleri tahmin edilmektedir.[42]

Hacı Emir İbrahim Bey, 1387'de ciddi bir hastalığa yakalanır. Hastalığını ileri sürerek akrabalarını ve devletinin ileri gelenlerini toplar ve emirlik makamına oturacak en uygun kişinin oğlu Süleyman olduğunu anlatarak onlara yeni Emiri işaret eder. Geri kalan ömrünü ibadet ile geçireceğini ve Emirlik makamı için oğlu Süleyman’ın münasip olduğunu bildirir. Beyliğin ileri gelenleri bu duruma sevinerek Süleyman Bey’e bağlılıklarını bildirirler. Böylece Hacı Emir İbrahim Bey evlatlar arasındaki kavgayı engellemiş olur.

Ne var ki, Hacı Emir İbrahim Bey sağlığına kavuşunca, verdiği sözden vaz geçerek emirliği oğlundan geri almak ister. Bu durum baba oğul kavgası noktasına gelir. Baba oğul arasındaki bu mücadeleden yararlanmak isteyen komşuları Tacettinoğulları’nın, Hacıemiroğullarına saldıracağını hisseden Süleyman Bey Kadı Burhaneddin’den (1345-1398)  yardın ister.

Kadı Burhaneddin, elçisi Şeyhülislam Şeyh Yar Ali’yi ikazda bulunmak üzere elçi olarak  Tacettin Bey’e gönderir. Tacettin Bey, Hacıemiroğullarının topraklarına saldırmama konusunda kendisine gelen elçiye söz verir. Elçi daha Sivas’a ulaşmadan 24 Ekim 1386 tarihinde Tacettin Bey Hacıemiroğullarına 12.000 atlı ile saldırır. Süleyman Bey karşı taarruzla Tacettin Bey’i bir boğazda sıkıştırarak 500 askeriyle beraber öldürür.[43] Ordusu dağılan Tacettinoğulları büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalırlar.

Kadı Burhaneddin, ikazlarına rağmen Hacıemiroğulları Beyliği’ne saldıran Tacettinoğulları’na: “Onların atalarından miras kalmış mülküne göz dikip düşmanlık ve kavga yolunu tutmuş, dostluk ve kardeşlik haklarını çiğnemişsin.”  şeklinde bir mektup gönderir. Sonra da ordusunu alarak Tacettinoğulları Beyliği’nin başkenti olan Niksar’a gelerek burayı kendi topraklarına katar. Hacıemiroğlu Süleyman Bey yakınlarından birini göndererek Kadı Burhaneddin’e bağlılıklarını arz eder. Bunun üzerine Kadı Burhaneddin, Süleyman Bey’den gelen elçilerle İskefsir Kalesi’ni[44] alarak 1386 yılında Hacıemiroğulları Beyliği’ne bağışlar.[45]

Hacı Emir İbrahim Bey’in ismi, Tacettinoğullarının Hacıemiroğullarına saldırısından sonra kaynaklarda geçmemektedir. Tacettinoğullarının saldırısına Süleyman Bey karşı koymuştur. Kadı Burhaneddin de kendisini muhatap kabul etmiştir. Bu da bize Süleyman Bey’in Emirliği’nin 1386 yılında kalıcı olduğunu göstermektedir.

Hacıemiroğulları Beyliği’nin en parlak dönemi Süleyman Bey zamanında olmuştur. Çünkü 1380 yılında ordusuyla Ordu sahillerini tamamen Türk vatanı haline getirmiştir.[46]

Bölgenin tamamen fethinden sonra Milas’a[47] bağlı Kaleköy’deki beylik merkezini, bugün Ordu ilinin 4 km. güneydoğu mesafesinde bulunan Eskipazar’a taşımışlardır. Adı geçen yerdeki harabeler, cami ve mezar taşları bu dönemden kalmadır. Ayrıca bu bölgede saha araştırması yaptığını bilinen Doç. Dr. Necati Demir Eskipazar çevresindeki arazinin bizzat beylik idarecilerine ait olduğunu ifade etmektedir.[48]

Hacıemiroğullarının, Karadeniz Bölgesi’nde bağımsızlıklarını ilan etmelerinden sonra ele geçirdikleri mıntıkalardan, Trabzon üzerine gazaya çıkmaları, bölgedeki Komnenos hakimiyetini epeyce zayıflatmıştı. Bu durum, Türk boylarının bu bölgeye yerleşmesinde hayati ehemmiyeti haizdi. Trabzon’a yapılan akınları önlemek için III. Aleksios; Hacı Emir İbrahim Bey’i kendisine enişte yaparak Türk akınlarını bertaraf etmişti. Bu husus, Hacıemiroğulları Beyliği’nin doğuya olacak akınlarını epeyce engellemişti.[49]

Tacettinoğulları tehlikesini ortadan kaldıran Süleyman Bey, tekrar Trabzon tarafına yönelmişti. Trabzon Krallığı’nın en önemli şehirlerinden Giresun’u ilk defa Hacıemiroğlu Süleyman Bey 1397 yılının ilkbaharında fethetmiş[50] ve o tarihe kadar Müslümanların eline geçmeyen Giresun Kalesi’nin fethedilmesi, Süleyman Bey’in yörede itibarını oldukça artırmıştı.[51] 

Süleyman Bey, bu fethi Kadı Burhaneddin’e mektupla bildirmişti. Kadı, bu haber üzerine ülkesinde nöbetler çaldırıp, şenlikler düzenlemiş ve ayrıca kendisine bir de tebrik mektubu göndermiştir.[52]

Popüler ansiklopedilerde ve hatta Mesudiye ile ilgili yayınlarda Ordu bölgesinin Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon seferi (1461) ile Osmanlı Devleti’ne dahil olduğunu yazılmaktadır.[53]

Halbuki, Hacıemiroğlu Süleyman Bey, Yıldırım Bayezid’in Samsun’a gelmesiyle 1398 yılı baharında Osmanlı hakimiyetini kabul etmiştir.[54] Fakat Beylik yönetimi yine Hacıemiroğulları ailesine bırakılmıştır. Artık Osmanlı Devleti’nin himayesinde bulunan Beylik, Karadeniz’deki mücadelelerine devam etmektedir. Osmanlı Devleti’nin 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesiyle Hacıemiroğulları tekrar bağımsız kalmıştır.[55]

1404 yılında deniz yoluyla Semerkand’a giderken Trabzon’a uğrayan İspanyol elçisi Clavijo’nun verdiği bilgilere göre, Orta Karadeniz Bölgesi’nde Arzamir (Hacı Emir) isimli bir Türk beyi hakimdir. Bu beyin on bin atlı askeri bulunmakta olup, Trabzon’dan vergi almaktadır.[56]

Clavijo’nun 1404 tarihinde tuttuğu kayıttan 1455 tarihine kadar olan zaman diliminde Hacıemiroğulları Beyliği hakkındaki bilgiler sınırlıdır. BOA. 13 Numaralı Tahrir Defterleri’ndeki  atıflar, en azından Canik-i Bayram’ın yani takriben bugünkü Reşadiyenin Mesudiye’nin de içinde bulunduğu Ordu  ve Giresun’un batı kesimlerinin Yörgüç Paşa’nın Canik harekatı sırasında (1427) Osmanlı topraklarına dahil edildiği anlaşılmaktadır.[57]

Buraya kadar Reşadiye ve Mesudiye topraklarında yaşayan atalarımızın Osmanlı dönemine kadar olan tarih maceralarını verdik. Osmanlı dönemi ile ilgili çalışmalarımız devam etmektedir.

 

                                                          

 

Dt.Hüseyin ERDOĞAN                                                                  Yaşar CELEP

Yerel Tarih Araştırıcısı                                             Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Uzmanı

 

 

 

KAYNAK : www. hasanseyh.com
 
Designer~Agresif_Örümcek
 
 
Bugün 5 ziyaretçi (55 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol